Monday, January 02, 2012

Toğrul Atabay:

Güney Azerbaycan'ın BAHAR Ağzı Tez Konusu Oldu...

"HEMEDAN BÖLGESİ BAHAR AĞZI"

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tezi Hazırlayan: Gülcihan PEHLİVAN

DANIŞMANI: Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN

EGE ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, Türk Dili ve Lehçeleri Anabilim Dalı

İZMİR-2011

İÇİNDEKİLER:

0.GİRİŞ

1. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Alanı

(...)

3.1.Tarihte Bahar Şehri ve Baharlı Oymağı

3.2. Bahar Şehrinin Coğrafyası

I. SES BİLGİSİ

II. ŞEKİL BİLGİSİ

III. METİNLER

IV. SÖZLÜK

***

ÖZET

“Hemedan Bölgesi Bahar Ağzı” adlı, çalışma Hemedan ostanına bağlı Bahar şehrinden derlenen malzemenin, Giriş, İnceleme, Metinler ve Sözlük başlıkları altında bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Giriş bölümünde, araştırmanın, konusu, alanı ve yöntemine ilişkin bilgi verilmiş, Bahar şehrinin tarihi ve coğrafyası eldeki kaynaklara dayanılarak belirtilmiştir.

İnceleme bölümü, ses bilgisi ve şekil bilgisi olarak ikiye ayrılmış, ses bilgisi bölümünde Bahar ağzında tespit edilen ses hadiseleri, karakteristik olanlar ve karakteristik olmayanlar olmak üzere sınıflandırılmış, şekil bilgisinde ise çekim eklerinin fonksiyonları göz önünde tutularak inceleme yoluna gidilmiştir.

Metinler bölümünde, seslerin özellikleri transkripsiyon işaretleriyle belirtilmiş, kaynak kişiler ile ilgili bilgiler her metnin başında verilmiştir.

Son olarak sözlük bölümüne yer verilmiş, bu bölüme alınan kelimelerin Türkiye Türkçesindeki karşılıkları verilmiştir.

GİRİŞ

1. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Alanı

Çalışma konumuz, bugün İran’ın sınırları içinde bulunan Hemedan eyaletine bağlı Bahar ilinin şehir merkezinin ağzıdır. Hemedan, tarihte Azerbaycan, bugün ise Güney Azerbaycan olarak bilinen bir bölgenin önemli şehirlerindendir. Bilindiği gibi yabancı dillerde “diyalekt” olarak isimlendirilen, Türkiye Türkolojisinde ise “ağız” terimiyle isimlendirilen, dildeki mahalli özellikleri tespit etmeyi amaçlayan çalışmalar 19. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Türkiye’de maddi koşullara da bağlı olarak öncelikle

Anadolu ağızları ele alınmaya başlamış, 1980’li yıllardan itibaren dış Türkler üzerine de bazı araştırmalar yapılmıştır.

Bu çalışmadaki amacımız, Türkiye Türkleri ve Orta Asya Türkleri arasında coğrafî, tarihî ve dilsel bir köprü ülke olarak görülen İran’ın ve orada yaşayan Türklerin dili üzerine yapılan araştırmalara bir katkıda bulunabilmektedir. Türkiye’de yapılan birkaç tez ve kitap dışında pek çalışılmamış bir alan olan bu ülkenin, Türk dilinin ve özellikle Oğuzcanın bazı meselelerini anlamada anahtar bir rol üstleneceğini düşünüyoruz.

SSCB döneminde, bütün olumsuzluklara rağmen, Orta Asya’daki Türk lehçelerinin araştırılması çok ileri bir seviyede yürütülmüştür. Ancak İran’daki çalışmalar bu araştırmalara kıyasla geride kalmıştır. Bu nedenle oldukça uzun bir zaman karanlıkta kalmış bu coğrafyadaki Türkçenin durumu, özellikle Doerfer ve öğrencilerinin çalışmalarıyla aydınlanmaya başlamıştır. Bu bağlamda özellikle Halaç Türkçesi ve Horasan Türkçesi üzerinde yapılan çalışmalar sayılabilir. Güney Azerbaycan Türkçesi üzerine yapılan araştırmalar ise, biraz da Kuzey Azerbaycan için yapılan çok sayıda çalışmanın olması sebebiyle, ikinci planda kalmıştır. Bu ise özellikle ağız araştırmaları açısından ele alındığında çok anlamlı değildir. Aynı Anadolu ağızlarında olduğu gibi, Güney Azerbaycan’ın da karış karış çalışılması şarttır. Bu düşüncelerle biz, tez konusu için Güney Azerbaycan’da uygun bir alan ararken, değerli arkadaşımız Ilgar Baharlı, kendi memleketi olan Bahar üzerine çalışabileceğimizi, kendisinin bize yardımcı olabileceğini söyleyince, çalışmamızı bu şehrin ağız özellikleri üzerine yapmaya karar verdik.

IV. SÖZLÜK

(s. 365-385)

[Bazı çevriyazı işaretleri görünmemekle birlikte sözlük kısmı TDQ grubu kamu yararı için aynen aşağıda göçürülmüştür. T.A.]

A

açug : ‘açık’

āb : ‘su’

aba : ‘cübbe’

aba : ‘kaba yün kumaş’

ābguş : ‘etle yapılan bir tür çorba’

abi : ‘mavi’

āb ol- : ‘erimek’

acil : ‘çerez’

acui : ‘nefret edilen şey’

acur : ‘tuğla’

açugu : ‘açıkçası’

adaxlu : ‘nişanlı’

ademizad: ‘insanoğlu’

ademşinas: ‘insanları iyi tanıyan’

agaÇ : ‘ağaç’

agayan: ‘din ağaları’

ágvam : ‘akraba’

āğ : ‘ak’

ağacan: ‘ağacım’

ağÒagac: ‘Ak ağaç’

ağambiyán: ‘bir çeşit oyun’

ağbaxd: ‘talihi açık’

ağcabaş: ‘bir tür ot’

ağdarvaza: ‘Bahar’daki mahallelerden biri’

aği : ‘zehir’

ağide : ‘itikat’

ağru : ‘ağrı’

áilı kes-: ‘idrak etmek, anlamak’

ahen : ‘demir’

al : ‘lohusa kadınlara ve yeni doğan

çocuklara musallat olan kötü varlık’

alaçırpo: ‘karla karışık yağmur’

alma : ‘elma’

almatur: ‘demir’

al muncug: ‘al boncuk’

ammar: ‘ambar’

ampúl : ‘enjeksiyon’

annan : ‘ondan sonra’

annÒossun: ‘and olsun’

antin : ‘anten’

apar- : ‘götürmek’

appe ağ: ‘bembeyaz’

areb : ‘Arap’

aralen-: ‘ayrı eve çıkmak’

aramceg: ‘yavaşça’

aramÒol-: ‘iyileşmek’

arbad al-: ‘evlenmek’

ard : ‘un’

ag : ‘beyaz’

ariac : ‘ip; tinler arasından geçirilen ip’

armud: ‘armut’

arug : ‘zayıf, çelimsiz’

assana : ‘kapı önü’

aşgal çıxar-: ‘çöp çıkartmak’

aşgár : ‘açık’

aşiam : ‘aşkam’

aşpesxane: ‘mutfak’

aşug : ‘aşık’

aşun : ‘arşın’

arxa : ‘arka’

artoğ : ‘fazla’

apar- : ‘götürmek’

at çapızdır-: ‘atları yarıştırmak’

aTmış: ‘atmış’

áhlı gubur: ‘mezarlık’

axı : ‘ama’

axi : ‘yani’

axır : ‘evvel’

arıd- : ‘arıtmak’

avez ol-: ‘değişmek’

aviz ol-: ‘dışarı çıkmak’

áyaiiabı: ‘ayakkabı’

ayende: ‘gelecek’

ayoğ : ‘ayıg, uyanık’

azafe : ‘daha fazla’

azar : ‘rahatsızlık’

aziz girami uşağ: ‘çocuğu olmayan çiftin,

yıllar sonra olan kıymetli çocuğu’

azmayış: ‘tahlil’

áğrab yagışi: ‘kasım ayından kırk beş gün

sonra yağan yağmur’

åv : ‘av’

åvşar : ‘ beş taş oyununda bir bölüm’

B

ba : ‘ile’

bad- : ‘batmak’

badırbey: ‘Bahadır Bey’

bafende: ‘dokuyan, ören’

bafteni : ‘el dokuması’

bag : ‘bağ, bahçe’

366

bagla- : ‘bağlamak’

bahaluğ: ‘pahalılık’

bahem : ‘birlikte’

bax : ‘bak’

bakÒele-: ‘temizlemek’

bala nahar: ‘kuşluk yemeği’

bamáze: ‘lezzetli’

bangillan: ‘yuvarlak taş’

bargah: ‘türbe’

bārik : ‘ince’

bar vér-: ‘verimli olmak’

başÒalan barmag: ‘işaret parmağı’

başdan: ‘sahur’

baştannog: ‘sahur’

başın gurul-: ‘başı uğuldamak’

başluğ : ‘başlık’

başşag : ‘ürünün hasatı bittiğinde

kalanların tekrar toplanması’

batabil-: ‘herkesten güçlü ve üstün olmak’

batılÒol-: ‘iptal olmak’

batır- : ‘kirletmek’

batman: ‘ölçü birimi’

batri esidi: ‘akü suyu, asit’

baver éle-: ‘inanmak’

bay : ‘büyük kasa’

bazar : ‘pazar’

bázi : ‘bazı’

bazirgan: ‘tüccar’

bazneşessÒol-: ‘emekli olmak’

be : ‘sonuç olarak’

bebeleg: ‘bir tür bitki’

bed : ‘sonra’

béçi : ‘keçi yavrusu’

bedbexd: ‘mutsuz’

bedbextloğ: ‘mutsuzluk’

beddaş: ‘ondan sonra’

beddÒaşı: ‘bir çeşit çorba’

bed gıril-: ‘birisini çok korkutmak’

bediy becar: ‘yapılanın hiç bir şeye

benzememesi’

bedşum: ‘uğursuz’

bege : ‘soru eki’

bege : ‘meğer’

begen- : ‘beğenmek’

behdaş: ‘temizlik’

behış : ‘cennet’

behterin: ‘en güzel’

bele : ‘sizi’

beleleriçi: ‘onlar için’

belelogunan: ‘böylelikle, bu kadarcık’

beleyz : ‘sizin’

belgi : ‘belki’

belgur : ‘bulgur’

belké : ‘belki’

b´l : ‘bel’

bemmeçi vur-: ‘iki elle vurmak’

bengi : ‘uyuşturucu kullanan’

benna : ‘bina eden, mimar’

benneyi xuda: ‘Allah’ın kulu’

bereksi: ‘tam aksi’

berenne: ‘yenme, galip gelme’

berke : ‘belki’

berkid- : ‘saklamak’

bermal: ‘bir tür dokuma’

berri berri: ‘koyun, kuzu sesi’

ber şikesteloğımız: ‘iflasımızın sebebi’

bezr : ‘tohum’

berzıgerin: ‘çiftçi, ekinci’

bes : ‘sonuç olarak’

beski : ‘o kadar’

bess elé-: ‘iddaya girmek’

besti da: ‘yeter da’

béş : ‘beş’

béşbed : ‘aşıkların okuduğu beş mısradan

oluşan şiirler’

bey mesçid: ‘Bahar’da bulunan bir

mahalle’

beye : ‘mu, soru eki’

beyg : ‘büyük’

beyig : ‘büyük’

beyguş: ‘baykuş’

beyinnen apar-: ‘mahvetmek’

beynen git-: ‘alıp götürmek, ortadan

kalkmak’

beyramaceng: ‘bayrama kadar’

béyş : ‘beş’

beze- : ‘süslemek’

bézi : ‘bazı’

bezzaz : ‘kumaş satan’

bırı başlug: ‘başlık maşlık’

bi : ‘bir’

bi açça: ‘birazcık, azca’

bi alam: ‘fazla’

bica : ‘yersiz, gereksiz’

bice : ‘bir tane, bir tek’

bice curedi: ‘öyle bir şekildeydi ki’

bice tike: ‘bir parçadan daha az’

biç- : ‘biçmek, kesmek’

bîçare : ‘çaresiz’

biçin : ‘biçilen hasat’

biçinçi : ‘biçilen hasatı eve taşıyan’

bidar : ‘uyanmış’

bifem : ‘laf anlamaz, idraksiz’

bîhuşt : ‘bayılma, kendinden geçme’

bi istila: ‘demek ki’

bikar : ‘bomboş, işsiz’

bikes : ‘kimsesiz, yalnız’

bilçekāri: ‘yüksek sesle’

bildir : ‘geçen sene’

bimarie: ‘kan hastalığı’

bir be bir: ‘birer birer’

bir kes : ‘herkes’

bîsevād: ‘eğitimsiz’

bisi çar: ‘yirmi dört’

bi sirü : ‘bir takım’

bisti si: ‘yirmi üç’

bisti yek: ‘yirmi bir’

bişe : ‘meşe’

bî şere : ‘şerefi olmayan’

bişter : ‘daha çok’

bişterāz: ‘daha çok’

bi teleke: ‘çok az’

bi tou : ‘bir süre’

biyaççe: ‘birazcık’

biyaz : ‘biraz’

bizden yey: ‘bizden daha iyi durumda

olanlar, cinler’

bizo : ‘buzo’

boga : ‘boğa’

bonin : ‘bunun’

boşbağ: ‘boş kap’

boşke : ‘demir bidon’

botte : ‘demet’

béyan-: ‘bulanmak’

boyi bala: ‘kısa boylu’

bölkeçe: ‘ küçük kürek’

böşög : ‘beşik’

bu ber : ‘böyle’

bu cur : ‘böyle’

bu garta: ‘bu kadar’

bugun : ‘bugün’

buğda : ‘buğday’

buğda gögert-: ‘buğdayı yeşillendirmek’

bulag : ‘pınar’

bulit : ‘bulut’

buluga çat-: ‘ergenliğe ulaşmak’

bun : ‘boyun’

búniye: ‘temel’

búnnilug: ‘boyunluk’

buraceg: ‘buraya kadar’

burdadu: ‘mayıs’

burmederan: ‘bir tür ot’

búrt- : ‘tütsülemek’

búterağ: ‘bir tür bitki’

buturi : ‘şişe’

buÒul : ‘bu yıl’

bu uz : ‘bu taraf, bu yan’

C

cācim : ‘koyun veya keçi yününden

dokunmuş küçük kilim’

calan- : ‘sıvı halde olan malzemenin hızlı

bir şekilde dökülmesi’

camá : ‘cami’

can çek-: ‘çabalamak’

canne : ‘kalınlık’

car eyle-: ‘çok yüksek sesle herkese haber

vermek’

ceddim: ‘büyüklerim, atalarım’

cefa : ‘eziyet’

cencelÒéle-: ‘buğdayın çöpünü ayıklamak’

ceng : ‘savaş’

cengel : ‘orman’

ceşn : ‘tören’

cevan : ‘genç’

cevannug: ‘gençlik’

cuvanzan: ‘gençken ölen’

cız bala çek-: ‘korkan kişinin ince, tiz bir

sesle bağırması’

cızze : ‘oyunda yenilene verilen ceza’

cizze : ‘yemek’

cixaz : ‘çehiz’

circirig baci: ‘küçük parmak’

ciyer : ‘ciğer’

corab : ‘çorap’

cöft : ‘çift’

cönemmerg üleyn: ‘gençken ölesin’

cönge : ‘büyük baş’

cövr : ‘cevr, zahmet’

cub : ‘kaldırım’

cūb : ‘çöp’

cúfd : ‘tarla sürmek için kullanılan

büyük baş hayvan’

cúmme: ‘cuma’

cuvab : ‘cevap’

cümmelug: ‘cumalık’

cürm : ‘ceza’

368

Ç

çadır : ‘uzun kadın giysisi’

çadillug: ‘kadın giysisi için kullanılan

kumaş’

çaiard-: ‘çıkartmak’

çal : ‘kuyu’

çal gaz-: ‘kuyu kazmak’

çal gazán: ‘kuyu kazan’

çarguş : ‘kare’

çarx : ‘çark’

çarı çeng: ‘pençe’

çarre : ‘dört tane yolun birleştiği yer’

caru : ‘süpürge’

çarvadar: ‘eski hanlarda atlara yem veren

kişi’

çat- : ‘ ulaşmak, kavuşmak, görüşmek’

çekginen: ‘çek’

çellesineceg: ‘herhangi bir olayın kırkıncı

gününe kadar geçen süre’

çemberedesse: ‘Hz. Hüseyin’in ölüm yıl

dönümünde düzenlenen tören’

çemçe xatun: ‘yağmurun yağması için

hazırlanan ve ev ev dolaştırılan

kukla'

çend : ‘oysa ki’

çengegli şiş: ‘çatal şiş’

çenge vur-: ‘pençeyle almak’

çengi : ‘saz çalan’

çenni megren: ‘bir tür bitki’

çep : ‘şaşı’

çepiş : ‘oğlak’

çerget : ‘uzun kadın giysisi’

çeş : ‘baş üstüne, emrin olur’

çetin : ‘zor’

çet vur-: ‘alkışlamak’

çınag : ‘yemek yenilen kap, çanak’

çırağ : ‘mum, kandil’

çırpı : ‘ağacın ince dalı’

çırt- : ‘bıçakla ince çizgiler atmak’

çibin : ‘sinek’

çiçeg : ‘çiçek hastalığı’

çilleli ol-: ‘kırk günü doldurmak’

çillesi kesil-: ‘loğusa kadının kırktan

çıkması’

çilpemme: ‘nazara karşı kullanılan bir

bitki’

çimen : ‘çimen’

çimenzar: ‘çimenlik’

çimet : ‘çim’

çimmig elé-: ‘çimdiklemek’

çiskin yagış: ‘çok az olan yağış’

çoğonnar: ‘şeker pancarı’

çolaş- : ‘dolaşmak’

çox : ‘çok’

çoxi : ‘çoğu’

çögür : ‘çöğür’

çöl : ‘yerleşim yeri dışındaki ekilen

tarla’

çöl : ‘hasat’

çüle sarí: ‘kıra doğru’

çêlmeg: ‘çölmek’

çöreg : ‘bir çeşit ekmek’

çösseg : ‘ayakkabı’

çêvur- : ‘çevirmek’

çub : ‘ağaç’

çucug : ‘çocuk’

çuPan : ‘çoban’

çuPançılık: ‘çobancılık’

D

da : ‘daha’

daban : ‘ayak tabanı’

dad : ‘tat, lezzet’

dadam : ‘dedem’

daddı : ‘tatlı’

dad gösteri: ‘mahkeme’

dadreslig: ‘yardım’

dagarcıg: ‘insan vücudundaki organlardan

biri’

dagiga : ‘dakika’

dahat : ‘köy’

daire : ‘def’

dal : ‘sırt, arka’

dala gabag: ‘bir gün önce’

dal héyet: ‘arka bahçe’

dalı sora: ‘peşinden, ardı sıra’

dam : ‘dam’

daman : ‘bel’

damen : ‘etek’

dandanÒol-: ‘nokta nokta olmak’

dáne : ‘tane’

dane morbarı: ‘inci tanesi’

dangı ioy-: ‘yemeği ortak yemek’

danış- : ‘konuşmak’

danışcu: ‘öğrenci'

danı şıri : ‘süt dişi’

darıx- : ‘özlemek’

369

daş : ‘taş’

daşı- : ‘taşımak’

dåvşan: ‘tavşan’

dayımen: ‘sürekli, daima’

defe : ‘halı dokumada kullanılan bir

araç’

dehad : ‘köy’

dehen : ‘ağız’

dem : ‘an’

der- : ‘toplamak’

derc : ‘çeç mührü’

dera : ‘zengin’

dergax: ‘dergâh’

deri dugu: ‘pirinç mirinç’

dermnem: ‘sabrım’

dermenā: ‘şu anlamda, aslında’

deruğ : ‘biçmek’

des : ‘takım’

desgah : ‘makine’

dessar : ‘el değirmeni’

desse : ‘toplum, grup’

desse : ‘sap’

desse : Hz. Hüseyin için düzenlenen

törenlerin yapıldığı alan’

dessinaz: ‘tümsek’

destmal: ‘mendil’

destnamaz: ‘abdest’

deşşu : ‘lavabo’

deva : ‘ilaç’

d´vriş : ‘derviş’

dey- : ‘dokunmak, zarar vermek’

deym : ‘susuz tarım’

deyåş- : ‘değişmek’

dıggıceg: ‘çok çok az’

dırnağ : ‘tırnak’

dışgarı : ‘dışarı’

dide : ‘göz’

diggat elé-: ‘dikkat etmek’

dilençi : ‘dilenci’

dilini gıyır-: ‘dilini ısırmak’

dimağı : ‘demesi, söylemesi’

dinnane: ‘önde gelen, tanınmış’

dinemsaz: ‘dinamo yapan adam’

dingirabad: ‘köy ismi’

diril- : ‘canlanmak’

diş : ‘dış’

déa : ‘dava, kavga’

dog- : ‘doğurmak’

doğramac: ‘yoğurtla ekmeğin karıştırılarak

yendiği yemek’

dola ol-: ‘eğilmek’

dolı : ‘dolu’

doiioz: ‘dokuz’

doxdor: ‘kız’

donğoz: ‘domuz’

dorna : ‘turna’

dévar : ‘davar’

dozeri : ‘belli bir ölçüdeki küçük halı’

dozola : ‘üflemeli bir çalgı’

dögec : ‘buğday dövmeye yarayan araç’

dögen : ‘buğday dövmeye yarayan araç’

dönêd : ‘ dönmüş’

döş : ‘göğüs’

döşşek : ‘döşek’

döşşeyçe: ‘küçük döşek’

döv : ‘dev’

dövlet : ‘devlet’

dövrü : ‘boş kap’

du : ‘dur’

duager: ‘duacı, dua eden’

duag sal-: ‘gelinin başına kırmızı örtü

örtmek’

duallı : ‘duvarlı’

dubara: ‘bir sonraki, yeniden’

dudane: ‘ziyaret yeri’

dude : ‘is’

du geÒyle: ‘dur gel eyle’

dugún : ‘düğüm’

dugı : ‘pirinç’

duği : ‘pirinç’

duxdıne: ‘şekil’

dukandar: ‘dükkân sahibi’

dúnya : ‘dünya’

dur- : ‘beklemek’

dus : ‘dost’

duş- : ‘şaiya olmak’

duşmen: ‘düşman’

duşenbe: ‘pazartesi’

duva nevis: ‘dua yazan’

duvarin unzi: ‘duvarın o yüzü’

duz : ‘düz’

duz : ‘tuz’

duzeştir-: ‘oluşturmak, meydana getirmek’

duzi mizzan: ‘doğru düzgün’

dúzúl- : ‘sıralanmak’

dünüm: ‘dönüm’

düz- : ‘dizmek’

370

E

ebed : ‘müebbet’

ebeda : ‘asla’

ecib : ‘acayip’

ege : ‘eğer’

eğebmande: ‘fiziksel engelli’

exl´v : ‘büyük oklava’

eks : ‘fotoğraf’

eks : ‘desen’

elamet : ‘pehlivanların aşure günü

dolaştırdıkları, üzeri yeşil örtü ile

örtülmüş ağır metal’

élam : ‘bildirme’

elan : ‘şimdi, şu anda’

el be el: ‘çok hızlı, elden ele’

elçuluğ: ‘kız istemeye gitme’

ele : ‘öyle, böyle’

eledde : ‘bilerek yapma, sahte’

elvet : ‘Elvend Dağı’

élyad : ‘göçebe’

emcek : ‘meme’

emizdir-: ‘emzirmek’

emri perverdigâr: ‘Allah’ın emri’

enar : ‘nar’

encam ver-: ‘yapmak, sona erdirmek’

endacı: ‘köy ismi’

eniılab: ‘inkılap’

ennaze : ‘ölçü’

ennır- : ‘indirmek’

enzar : ‘bakışlar’

erbab : ‘ağa’

eriş : ‘ halı dokumak için kullanılan ip’

errı : ‘iri’

erzillé-: ‘arz etmek’

erziş : ‘değer’

erz ol- : ‘arz etmek, söylemek’

esa : ‘asa, baston’

esbab : ‘oyuncak’

esit : ‘asit’

eslen : ‘aslında’

eslı : ‘aslı’

éş : ‘iş’

evaxır : ‘son zamanlarda’

evam : ‘seyyid olmayan’

evez al-: ‘mükafat almak’

ey : ‘ev’

eyág : ‘ayak’

eyanÒol-: ‘aşikar olmak’

éylan : ‘ilan’

eyleş- : ‘oturmak’

ey sal- : ‘ev inşa etmek’

eyran : ‘ayran’

eyranÒaşı: ‘yoğurtla yapılan bir tür çorba’

eza : ‘yas’

ezdir- : ‘şımartmak’

eziz : ‘aziz’

ezlahazi: ‘şey açısından’

ezzel : ‘evvel’

ezzet hürmet ele-: ‘saygı göstermek’

ezzeti itram: ‘saygı’

ä

äl : ‘el’

äli boşluğ: ‘işsiz, güçsüz’

äl daşi : ‘beş tane taş ile oynanan oyun’

äl ioy- : ‘başlamak’

äli dalı : ‘ elin tersi’

älinen gıyır-: ‘elle yapmak, el yapımı’

äli iocağınne ial-: ‘çaresiz kalmak’

älleri gartal-: ‘elin derisinin buruşması’

älley dülleg: ‘bir çeşit oyun’

älli : ‘elli’

äl yagı: ‘eli ayağı’

är : ‘er’

ärus : ‘beş taş oyununda bir bölüm’

F

famil : ‘akraba’

familloğ: ‘akrabalık’

farglı : ‘farklı’

farxlı : ‘farklı’

farsî : ‘Farça’

fate : ‘fatiha suresi’

feğir : ‘fakir’

feiet : ‘fakat’

feşfuruş: ‘Bahar’ın bir mahallesi’

feravan: ‘bolluk’

férişte : ‘melek’

fermāndarî: ‘resmi daire’

ferş : ‘halı’

filankes: ‘falanca’

filan u beman: ‘falan filan’

ferengi badımcan: ‘domates’

fermanné: ‘baş komutan’

firincek: ‘büyük musluk’

fişfişe : ‘fişek’

fursat : ‘fırsat’

G

gabiléyı hanedar: ‘ebe kadın’

gabl : ‘kalp’

gablama: ‘tencere’

gabristan: ‘mezarlık’

gabrÒusse: ‘mezarlık’

gadaga: ‘yasak’

gadd olıd axı: ‘bitmiştir artık’

gademli: ‘uğurlu’

gale : ‘halı’

galbir : ‘kalbur’

galça : ‘halı’

galıça : ‘halı’

gali : ‘halı’

gann u çayı: ‘çayın bitkisi’

gapı gicingi: ‘kapı eşiği’’

garag : ‘kenar’

garal- : ‘sakinleşmek’

garald-: ‘karaltmak’

garangulug: ‘karanlık’

gáre badımcan: ‘patlıcan’

gerá şan: ‘siyah üzüm kurusu’

garenne: ‘üflemeli bir çalgı aleti’

gardaş veriyā: ‘kardeş gibi’

garnı dolu: ‘hamile’

garnı yogun: ‘karnı şişmiş’

garışog: ‘karışık’

garpuz: ‘karpuz’

gaS : ‘gaz’

gassāb : ‘kasap’

gaş : ‘kaş’

gaşeyng: ‘güzel’

gatugunu çal-: ‘yoğurt yapmak’

gèyit- : ‘geri dönmek’

gaynanamsaçi: ‘bir tür ot’

gåvun : ‘kavun’

gåvunkār: ‘kavun yetiştiren’

gayn iuda: ‘erkek tarafı’

gazăyagı: ‘bir tür ot’

gaziye : ‘olay’

gebliki: ‘önceki’

gec : ‘geç’

géçi : ‘keçi’

géçir- : ‘geçirmek’

gedem : ‘adım’

gej : ‘geç’

geleyn : ‘gerek’

gelinbarmagi: ‘bir tür ot’

gencine: ‘evde bulunan depo’

gendom: ‘buğday’

gene : ‘yine’

gennehar: ‘Kandahar’

gerdun:‘gezen’

gere : ‘o zamana kadar’

gendi : ‘kendi’

gent : ‘kent’

gérde : ‘bir tür ekmek’

gerim : ‘sıcaklık’

gessalxane: ‘ölülerin yıkandığı yer,

gassalhane’

getér- : ‘getirmek’

gét- : ‘gitmek’

getre : ‘damla’

geydir-: ‘giydirmek’

gevare: ‘beşik’

gırbe : ‘kıble’

gíyd- : ‘geri dönmek’

gıran : ‘eskiden kullanılan para birimi’

gırx : ‘kırk’

gırxı çıx-: ‘lohusanın kırk günlük hassas

dönemden çıkması’

gıyahî : ‘bitkisel’

gıyret : ‘gayret, çaba’

gic : ‘sersem, şaşkın’

gilagi : ‘bir tür bitki’

gildir : ‘daire şeklinde olan’

gilim : ‘kilim’

gille : ‘damla’

gindane: ‘bir tür bitki’

girde : ‘fırında pişirilerek yapılan bir

tatlı’

girgire : ‘topaç’

giriftar: ‘aşık, tutkun’

girille-: ‘yuvarlamak’

gizlinçeg: ‘gizlice’

gocal- : ‘yaşlanmak’

goÇ : ‘koç’

godret : ‘kudret’

goxu : ‘koku’

gon- : ‘konmak’

gonag : ‘misafir’

gonaglug elé-: ‘misafir etmek’

gonşi : ‘komşu’

gonşu : ‘komşu’

372

gore : ‘üzümün olgunlaşmamış ham

hali’

gorÒele-: ‘mezara götürmek’

goşa : ‘çift’

goudana: ‘bir tür tahıl’

govur- : ‘kavurmak’

govza- : ‘el kaldırmak’

goyun : ‘koyun’

gozÒagacı: ‘ceviz ağacı’

gozag gozag: ‘kabarmak, göz göz olmak’

göç- : ‘göç etmek’

gög muncug: ‘nazar boncuğu’

göğçek : ‘çok güzel’

göl : ‘gül’

göl vur-: ‘hile yapmak’

gön : ‘tüyü temizlenmiş hayvan derisi’

gönnegil: ‘alçı’

görsed-: ‘göstermek’

görúnte: ‘gun orta’

gövce : ‘domates’

gövdeme: ‘bir tür tahıl’

göyherkân: ‘cevherlerin bulunduğu hazine’

göynüz: ‘gönlünüz’

gözel : ‘güzel’

gözleme: ‘nazar değme’

gözü sataş-: ‘gözgöze gelmek’

guherşinas: ‘kuyumcu’

guc : ‘güç’

gul- : ‘gülmek’

gulag : ‘kulak’

gulag asan: ‘söz dinleyen’

gullab : ‘halı dokunurken ipleri kesmeye

yarayan araç’

gumag : ‘yeni doğum yapan kadının

yemesi için yapılan tatlı’

gumru : ‘kumru’

gun çıxan çağı: ‘günün çıktığı an’

gundag: ‘kundak’

gúni : ‘torba’

gun be gun: ‘günden gene’

gunnag: ‘kundak’

gureyban: ‘acayip’

gurT : ‘kurt’

guru : ‘kuru’

gurug : ‘kuyruk’

gurullug: ‘gururlanma’

gussa : ‘derd, keder’

gusse : ‘keder, gam’

guşt : ‘et’

guvi : ‘kuyu’

guzi : ‘kuzu’

gül papuci: ‘yüzük parmağı’

gülbünuşe: ‘bir tür bitki’

güldidençi: ‘insanları güldüren kişi,

komedyen’

gülobi : ‘armut’

gülzār : ‘gül bahçesi’

günnüz: ‘gündüz’

gür- : ‘görmek’

güşe : ‘köşe’

güz : ‘göz’

güzar : ‘yol’

güze görükümlü: ‘göze hoş gelen’

Ğ

ğeza : ‘yemek’

I

iafa : ‘sepet’

iahatlug: ‘kıtlık’

iale gapısı: ‘Bahar’da bir mahalle adı’

ialça : ‘halı’

iāma : ‘hançer’

iannı baş: ‘Hz. Hüseyin’in ölüm yıl

dönümünde gençlerin başlarını

yaralaması’

ianşar : ‘karşılaşma, karşılama’

iar : ‘kar’

iarÒağacı: ‘bir tür ağaç’

iaraiban: ‘eskiden mutfaklara verilen ad’

iaşiaralan: ‘havanın karamaya başlaması’

iariışÒeylé-: ‘beddua etmek’

iaşug : ‘kaşık’

iaT : ‘şeker’

iávi : ‘kuvvetli’

ieblı : ‘-dan önce’

ieddar: ‘acımasız, gaddar’

iedıien éle-: ‘yasaklamak’

iedim : ‘eski’

ieletÒelé-: ‘bir daha yapmayacağına dair

söz vermek’

373

ieltek : ‘yuvarlak olan’

iem : ‘gam’

iend : ‘şeker’

ierá gunniler: ‘dar günde olanlar’

ierá üzüm: ‘kara üzüm’

ierei : ‘yan’

iereyaz: ‘ilkbahar, nevruzdan bir buçuk ay

sonra’

iereyban: ‘eskiden evlerde bulunan

mutfağa verilen ad’

ieşie : ‘asil olmayan’

ietla- : ‘katlamak’

ieyçı : ‘makas’

iıç : ‘ayak’

iılligudug: ‘yaratık’

iırmiz : ‘kırmızı’

iırmizi: ‘kırmızı’

iısmet : ‘kısım’

iıTlug : ‘kıtlık’

iıyah : ‘bitki’

iıyao : ‘bir tür bitki’

iızíl : ‘altın’

iızil : ‘kızıl, kırmızı’

iíz : ‘kız’

ioca : ‘yaşlı’

ioleybanu: ‘gulyabani, yaratık’

iolloğ : ‘kulluk’

iom : ‘kum’

iorioşşom: ‘kurşun’

iors : ‘sert’

iorui : ‘hayvan ve bitkilerin yetişmesi

için uygun olan sulak av yeri’

ioruiçu: ‘güvenlik’

iossa : ‘gam, keder’

iossayı yi-: ‘kederlenmek’

iotur : ‘cilt hastalığı’

ioum : ‘akraba’

iovza- : ‘kaldırmak’

iuru- : ‘kurumak’

H

habıle : ‘ve de’

hablolmetin: ‘asil, sağlam’

hac : ‘hacı’

haçan : ‘ne zaman’

haçanceg: ‘ne zamana kadar’

hāgigat: ‘gerçek’

halı éle-: ‘anlatmak’

hal ol- : ‘anlamak’

halı yérine değil: ‘akıl sağlığı yerinde

olmayan’

hamakli: ‘sanki’

hamamçı: ‘hamamcı’

hammı: ‘hepsi, bütünü’

kanne : ‘anne’

hara : ‘nere’

haris : ‘hırslı’

hası : ‘hangisi’

haşiye : ‘ince uzun halı’

heftād ikki: ‘yetmiş iki’

heftado du: ‘yetmiş iki’

hefte : ‘hafta’

helba xor: ‘ölen kişinin arkasından helva

yiyen’

helbette: ‘elbette’

helim : ‘aşure’

hessāb: ‘hesap, konu’

heş : ‘hiç’

heşkes : ‘hiç kimse’

héç zad: ‘hiçbir şey’

hemayet: ‘himaye, koruma’

hemçişman: ‘bir kişinin olumsuz

davranışlarını örnek alma’

hemdem: ‘hayat yoldaşı’

hemi : ‘hem de’

hemin : ‘aynen’

hemintour: ‘aynı, aynen’

hemişe: ‘her zaman’

hemkeles: ‘aynı sınıfta bulunma’

hemsaye: ‘komşu’

hane : ‘kına’

hena goy-: ‘kına yakmak’

her neğarta: ‘her ne kadar’

hessab : ‘doğru düzgün’

374

hessabger: ‘cin ve al gibi varlıklarla

ilgilenen kişi’

héşkim: ‘hiç kimse’

heştād : ‘seksen’

heştadı penc: ‘seksen beş’

hetmen: ‘kesinlikle’

hevā : ‘hava’

heyban: ‘zavallı’

heyban: ‘hayvan’

heyban yagı: ‘hayvansal yağ’

héyet : ‘evlerin önündeki açıklık alan’

héyeti tut-: ‘bütün bahçeyi kaplamak’

heyif : ‘yazık’

heyva: ‘ayva’

heyvan: ‘hayvan’

heyvan topliyit: ‘hayvan leşi’

heyş sad: ‘hiçbir şey’

hezar tumen: ‘bin lira’

hıḍmet: ‘hizmet’

hındıvan: ‘karpuz’

hıyban: ‘zavallı’

hilahil : ‘zehir gibi acı olan’

hislen-: ‘sinirlenmek’

hodderaverde söz: ‘uyduruk söz’

hoğuğ : ‘maaş, gelir’

hoşgil : ‘güzel’

houz : ‘havuz’

hozur: ‘hazır olma, bulunma’

höysöle: ‘moral’

hudayı neker: ‘Allah göstermesin’

hurafat: ‘hurafe’

hurda çöregi: ‘çörek parçaları’

huroz : ‘horoz’

huşa gel-: ‘kendine gelmek, ayılmak’

huvar çek-: ‘ağrı nedeniyle bağırmak’

huyhuy: ‘yüksek ses’

huzura ele-: ‘ortaya çıkmak’

hür- : ‘örmek’

hüsn : ‘iyilik’

X

xafe xaf: ‘kimse bilmeden, sezmeden’

xag : ‘hak’

xal döğ-: ‘döğme yapmak’

xale : ‘hala’

xalet : ‘durum, hal’

xalğ : ‘halk’

xalıs : ‘katkısız’

xal vur-: ‘döğme yapmak’

xali zemin: ‘boş yer’

xamir : ‘hamur’

xamen : ‘boyanmış yün’

xamne : ‘büyük nene’

xamne-: ‘incinmek’

xamuş : ‘durmuş’

xamuşane: ‘suskun’

xan : ‘ağa’

xanedarlug: ‘ev hanımlığı’

xānegi : ‘ev yemeği’

xanende: ‘şarkı söyleyen, şarkıcı’

xanım : ‘hanım’

xanıvade: ‘aile’

xanne : ‘anneanne’

xarabÒele-: ‘harap etmek’

xarc : ‘kış için hazırlanan malzeme’

xarc : ‘masraflar’

xarid : ‘alışveriş’

xarman: ‘harman’

xasis : ‘cimri’

xaşÒelé-: ‘rica etmek’

xater : ‘tehlike’

xayiş : ‘istek, dilek’

xeber : ‘haber’

xécalet ol-: ‘üzülmek’

xelat : ‘hediye verilecek kumaş’

xelx : ‘halk’

xelvar : ‘ağırlık birimi’

xemir : ‘hamur’

xeşxaş : ‘haşhaş’

xet : ‘kırışık’

xeyli : ‘hayli çok’

xeyırsiz: ‘hayırsız’

xeyme : ‘çadır’

xeymegah: ‘çadır’

xeyr : ‘hayır’

xıbri : ‘uzman’

xıḍmed: ‘hizmet’

xıḍmet : ‘askerlik’

xılgat : yaratılış’

xırça, xırçe: ‘olgunlaşmamış kavun’

xıtımir : ‘bir tür çiçek’

xıtıpır : ‘her şey’

xıyaban: ‘Bahar’ın bir mahallesi’

xıyal : ‘hayal’

xıyár : ‘salatalık’

xıymegah: ‘Kerbela‘da bulunan bir yer’

xicabetlug çek-: ‘utanmak, çekinmek’

xiyra sal-: ‘odaklanmak’

xitina éle-: ‘sünnet etmek’

375

xoda dövleti: ‘Allah’ın bağışlayıcılığı’

xom : ‘bidon’

xomçe : ‘büyük bidon’

xora : ‘kellik’

xorme : ‘hurma’

xoroşd: ‘pilavın üzerine dökülerek yenen

bir yemek’

xoşgillig: ‘güzellik’

xoş halÒol-: ‘sevinmek, mutlu olmak’

xoşkesalloğ: ‘kıtlık’

xudafez: ‘güle güle’

xudavenni alemiyan: ‘ âlemlerin rabbi’

xunxar: ‘zalim, kan içici’

xurd : ‘narin, ince’

xususi : ‘özel, hususi’

I

ıdde : ‘grup, toplum’

ıkbatan: ‘Bahar’ın bir mahallesi’

ırrı : ‘iri’

ıxlağ : ‘huy, tabiat’

İ

İddi : ‘kayboldu, yitti’

ihtiram: ‘saygı’

ikki : ‘iki’

ikkinni: ‘ikindi vakti’

ilan : ‘yılan’

ildirim: ‘yıldırım’

ilon : ‘öyle o’

ilmeğ : ‘ilmek’

irağ : ‘uzak’

icaze ver-: ‘izin vermek’

ibile : ‘o kadar’

ide agaci: ‘iğde ağacı’

igid : ‘yiğit’

iğli miğli: ‘kokulu mokulu’

imtām éle-: ‘denemek’

inci- : ‘incitmek’

inçe : ‘ince’

ine : ‘iğne’

ineg : ‘inek’

inki : ‘ki’

inni : ‘şimdi’

insu cin: ‘insan ve cin’

intigam: ‘intikam’

irag gulaglardan: ‘sizin kulağınız bunu

duymasın’

iraiÒossı: ‘uzak olsun’

itiram : ‘saygı’

itminan: ‘güvenilir’

ittifagen: ‘tesadüfen’

ittifag uz ver-: ‘bir olayla karşılaşmak’

isitma : ‘sıtma’

islam émetin: ‘ümmeti İslamın’

issé- : ‘istemek’

issılog : ‘vücut ısısını yüksekten

yiyecekler’

istifrag ele-: ‘istifra etmek’

istikam: ‘çay bardağı’

işşiglog: ‘ışıklık, aydınlık’

iştiba : ‘yanlış’

iy : ‘koku’

iyne : ‘iğne’

izzeddı: ‘değerli, saygılı’

K

kaçi : ‘bir tür çorba’

kağaz : ‘kağıt’

kak : ‘bir çeşit tatlı ekmek’

kalangin: ‘yemek kabı’

káláştayi: ‘bir çeşit oyun’

kalúş : ‘kuruttan yapılan bir yemek’

kar : ‘meslek’

karger : ‘işçi’

kárxane: ‘fabrika’

kārmet: ‘devlet adamı’

kart : ‘büyük bıçak’

kāseb : ‘gelir’

kasublug: ‘geliri olmamak’

ke : ‘ki’

kebin : ‘evlilik esnasında damat

tarafından geline vaad edilen nikâh

parası, mihr’

keçellug: ‘bitkilerde oluşan bir hastalık’

ked : ‘köy’

keddel : ‘kentler’

kefke vur-: ‘kef tutmak, küflenmek’

kefş : ‘ayakkabı’

kej : ‘ters’

kekayet: ‘hikaye’

keklugÒoti: ‘bir çeşit ot’

kel : ‘büyük baş erkek hayvan’

kelas : ‘kelime’

keleme: ‘kelime’

kelentu: ‘tırpan

376

kem : ‘az’

kem : ‘kalbur’

kendistan: ‘köy’

keniz : ‘kadın hizmetçi’

kennu : ‘tahılların saklandığı bidon’

ker : ‘duyma özürlü’

kerde gıyır-: ‘yemek yapmak’

kerdue: ‘çiftliklerde yiyecek yetiştirmek

için çerçevelenmiş küçük alan’

kere : ‘tereyağı’

keriz : ‘yer altından geçen su kanalları’

kerpuc : ‘kerpiç’

kerpuc çal-: ‘kerpuç yapmak’

kes : ‘kişi, kimse’

kesat : ‘kriz’

kesifÒelé-: ‘kirletmek’

keş : ‘yoğurt’

keşavez: ‘çiftçi’

keşavezlug: ‘çiftçilik’

keşk : ‘yoğurt’

ket : ‘kent’

keles : ‘sınıf’

keçellug: ‘kellik’

ken : ‘köy’

kepsul : ‘büyük tüp’

kerme : ‘hayvan tezeğinden yapılan odun’

kipri : ‘kirpi’

kir : ‘oyunda çizilen alan’

kirdar : ‘yapılacak işler’

kirim : ‘Kırım’

kisse : ‘küçük kumaştan kese’

kişi : ‘erkek’

kişmiş : ‘çekirdeksiz üzüm’

kitiri : ‘çaydanlık’

kolla- : ‘gömmek’

komperesı: ‘büyük kamyon’

konc : ‘köşe’

kor : ‘kör’

köçörd-: ‘göç ettirtmek’

köhne : ‘eski’

köle çarşamme: ‘yılın en son çarşambası’

köleş : ‘sap’

köleş : ‘buğdayın saplarından yapılan

saman’

kölge : ‘gölge’

kêllen : ‘tamamen’

kölünge: ‘virane, yıkık dökük bina’

kömmu: ‘kambur’

körre : ‘atın yavrusu, tay’

körsü : ‘kışın etrafında ısınılan tandır ve

mangal tahtası’

körsü gur-: ‘soba kurmak’

kêsse : ‘kuraklıkta yapılan tören’

köşk : ‘evde bulunan depo’

köte : ‘ağacın gövdesi’

köynal-: ‘eskimek’

köyne : ‘eski’

kuci : ‘malzeme’

kuey : ‘ürünlerin tarlada biriktirildikleri

yer’

kuf as- : ‘salıncak kurmak’

kufi yekan: ‘kün fe yekûn’

kúlle- : ‘gömmek’

kúllen : ‘tamamen’

kūre : ‘ocak, ateş yeri’

kúze : ‘sürahi’

küçe : ‘sokak’

küçesı ağzı: ‘sokak başı’

küçeyi yé-: ‘sokağa açılmak’

külçe : ‘yuvarlak olan’

külfet : ‘hizmetçi’

külfetdar: ‘ailesi kalabalık’

külüfter: ‘kalın’

küreken: ‘damat’

o

oak : ‘bir tür ekmek’

oale : ‘hiçbir şey ekilmemiş boş tarla’

oovzed-: ‘uykudan uyandırmak’

L

lab : ‘tam’

laban : ‘ekmek yapımında kullanılan

malzemelerden biri’

labert: ‘ekmeği fırına yapıştırmak için

kullanılan büyük yastık’

lāl : ‘konuşma özürlü’

lallan : ‘ekmek kabı’

lancin : ‘büyük kap’

lap : ‘tam olarak’

lat : ‘züğürt, hiç bir şeye sahip

olmama’

lebahsız: ‘giysisiz’

lebaleb: ‘ağzına kadar dolu’

lebbe : ‘bir tür tahıl’

ledde : ‘bir parça’

lennu : ‘beşik’

leysan : ‘nisan’

lese : ‘diş eti’

leş : ‘ceset’

leşger : ‘asker, ordu’

lezzet apar-: ‘hoşlanmak’

libas : ‘giysi’

linge linge: ‘torba torba’

lire : ‘lira’

livan : ‘bardak’

loğma : ‘lokma’

loxt : ‘çıplak’

loulúğa: ‘bir tür bitki’

lous ol-: ‘felç olmak’

lúbya : ‘kuru fasulye’

lule : ‘boru’

lutfÒeylé-: ‘iyilik yapmak’

lutfi nezer: ‘iyi bakış’

lümbelüm: ‘kat kat’

M

madar : ‘anne’

madáran: ‘bir tür bitki’

madigan : ‘dişi at’

maiale: ‘makale’

maiul : ‘imkansız’

maiul goy-: ‘tam olarak bırakmamak’

mah : ‘ay’

mahfuz: ‘saklı’

maxlug: ‘mahluk’

māl : ‘ehli büyük ve küçükbaş hayvan’

māla yetiş-: ‘hayvana yem vermek’

mālı fani: ‘dünya malı’

mama : ‘ebe’

maman: ‘anne’

mama tutud: ‘çocuk doğduğunda onu ilk

tutan, ebe kadın’

mar : ‘yılan’

margu : ‘motor markası’

mase : ‘kum’

masxor: ‘küçük kaseye koyulmuş olan

yoğurt’

maşin : ‘araba’

matik : ‘ruj’

maye : ‘sermaye’

mecme: ‘Hz. Hüseyin için yapılan törende

giyilen özel giysi’

mehelli fursad: ‘fırsat yeri, fırsat

gelmişken’

mehrem: ‘mahrem’

mexlug: ‘mahluk’

mejmegi : ‘büyük tepsi’

mele : ‘mahalle’

mele kuçe: ‘mahalle sokağı’

melum ol-: ‘malum olmak’

mēm : ‘benim’

men : ‘ben’

menacat: ‘dua okumak’

menzil : ‘ev’

merasim: ‘tören’

merbut: ‘alaka’

merbut deil: ‘alakası yok’

merdane: ‘mertçe’

merdum: ‘insan, halk’

mereke: ‘harika’

meriz : ‘hasta’

merfeşbet: ‘çadır’

mersiye elé-: ‘mersiye okumak’

meruf : ‘ünlü, meşhur’

mesçitru: ‘camiye giden’

meseli : ‘benzeri’

mesle : ‘sanki’

mesnui: ‘sunî’

metab : ‘hastanede kullanılan bir

malzeme’

metel ol-: ‘birisini beklemek’

mey : ‘içki’

mey : ‘üzüm ağacı’

meyiz : ‘kuru üzüm’

meyramlugÒoti: ‘bir tür bitki’

mezarsanlug: ‘mezarlık’

mezeli : ‘ tatlı, hoş’

mezlış : ‘meclis, toplantı’

mıtr : ‘metre’

migdar: ‘miktar’

mix : ‘çivi’

mikrof : ‘mikrop’

milçe : ‘yuvarlak şiş’

milçek : ‘sinek’

min : ‘bin’

min- : ‘binmek’

mislı inki: ‘sanki’

mmsu : ‘metal kap’

miyve : ‘meyve’

mizzan: ‘dengeli’

mobeddel: ‘değişik’

mobl : ‘koltuk takımı’

378

modÒol-: ‘moda olmak’

moğe : ‘vakit’

momkın: ‘mümkün’

morbar: ‘bir tür ağaç’

mordeni: ‘ölü’

morexesloğ: ‘askerden izinli olarak

gelmek’

motor : ‘su motoru’

mouie : ‘zaman’

mozahım ol-: ‘rahatsız etmek’

mövlüt kostu: ‘Allah’a yakın olması

amacıyla çocuğun hamama

götürülüp yıkanması’

muciz : ‘mucize’

mud : ‘moda’

mugaddeme: ‘önsöz’

mumkin: ‘mümkun’

munir : ‘bunun’

muntazir ol-: ‘beklemek’

murakes: ‘izin’

murakesÒol-: ‘izin istemek’

murduşxane: ‘ölülerin yıkandığı yer’

murid : ‘konu’

musabıga : ‘yarışma’

muşeg : ‘fişek’

múşgilde gal-: ‘zor durumda kalmak’

muştulug: ‘muştucuya verilen armağan’

mūt : ‘ölüm’

müendis: ‘mühendis’

münacat: ‘sabah ezanından önce okunan

dua’

müşgülgūşa: ‘sorunları çözen’

N

nabalag: ‘buluğ çağına ermemiş’

nabat : ‘şeker’

nadar : ‘huysuz’

naggal : ‘nakleden’

nağar : ‘bir tür çalgı aleti’

nağğıs : ‘özürlü’

nahxuş: ‘hasta’

naxi : ‘iplik’

nale : ‘ağlama, inleme’

nalan : ‘ağlayan, inleyen’

nam be nam: ‘ad ve ad’

naná : nane’

nárinÒéle- : ‘ince elemek’

na sag : ‘kötü’

nāyib : ‘ağa’

nazük : ‘nazik’

nazlama: ‘ninni’

neber : ‘nasıl’

ne bile: ‘ne kadar’

nece : ‘nasıl’

nece : ‘ne kadar’

néçe : ‘kaç’

neççe : ‘son bir kaç yıl’

ne demdedi: ‘durumu nedir’

nefer : ‘kişi’

negab : ‘maske’

neğıl : ‘masal, halk hikâyesi’

neiar : ‘büyük vurmalı çalgı’

ne inki ki: ‘böyle değildi ki’

nemā : ‘gösterge’

neme : ‘ne, nasıl’

neme neter: ‘şöyle böyle’

neméleme neterleme: ‘şunu yapma bunu

yapma’

nene : ‘anne’

nenelug kimin: ‘anne gibi, anneyle eş’

nenova xane: ‘fırın, ekmek satılan ve

yapılan yer’

nerziye ele-: ‘adak vermek’

nessaċ : ‘dokumacı’

neşie : ‘örnek’

neve : ‘torun’

neviş : ‘yazı’

neyri : ‘tulum’

nezeri sindir-: ‘nazarı defetmek’

nezrile-: ‘adak vermek’

nezeriyen: ‘nazarınızda’

nigehban: ‘gözcü, koruma’

nişan : ‘iz’

nişane : ‘hedef

nişaste: ‘nişasta’

nok : ‘uc’

noki sin-: ‘bir şeyin ucunun kırılması’

noxud : ‘nohut’

nov : ‘ipek’

nöe : ‘torun’

nöe çek-: ‘aşağıdan yukarıya taşımak’

nöekeş : ‘inşaatta malzeme taşıyan’

nuci : ‘bir tür tahıl’

nudureten: ‘nadiren’

numurta: ‘yumurta’

nun : ‘ekmek’

nunu bazari: ‘pazar ekmeği’

379

nuxe : ‘yağmur sularının çatıdan

atılmasını sağlayan boru’

nüker : ‘kul’

O

oan buan: ‘o yan bu yan’

oar : ‘toprak’

oddı ol-: ‘otun bol olması’

ogaççe : ‘biraz’

éğlag : ‘keçi yavrusu’

oğulla- : ‘hırsızlık yapmak, çalmak’

ox : ‘oklava’

oxu- : ‘okumak’

olar : ‘onlar’

o mecal: ‘o zaman’

o mouğa: ‘o zaman’

on mir : ‘on bir’

onnüş : ‘on üç’

orağ : ‘orak’

ossi : ‘olsun’

o şer bu şer: ‘o şehir, bu şehir’

oşga- : ‘benzemek’

otag : ‘oda’

ottuz : ‘otuz’

o uzden: ‘o yüzden’

ovrupa: ‘avrupa’

Ö

ömrüle-: ‘yaşamak’

öy : 1.‘ev’, 2. ‘ön’

öysele- : ‘sarsmak’

öz : ‘kendi’

öz kuyım: ‘kendi hayatım’

P

paçin : ‘uzun kadın giysisi’

paçinnug: ‘kadın giysisi için kullanılan

kumaş’

padaş : ‘hediye’

pāk : ‘temiz’

pāk demān: ‘kötülük yapmamış olan,

temiz’

palçuğ: ‘balçık’

payanname: ‘tez’

paye : ‘gerçeklik, temel’

pāyga : ‘Bahar’a yakın olan bir yöre’

payiz : ‘sonbahar’

peder : ‘baba’

pelastig: ‘plastik’

pélåv : ‘pilav’

peluvan: ‘pehlivan’

pemme: ‘pamuk’

penahiz: ‘sığınacak yer’

penca : ‘elli’

pennir : ‘peynir’

penşenme: ‘perşembe’

perpúle: ‘seyyid olan kişinin, karşısındaki

şahsın başını kötü olaylardan

korunması için okşaması’

pervar: ‘koyun ve kuzu beslemek’

perver : ‘eğitici’

perverdino: ‘mart’

perveriş: ‘büyümek’

pes : ‘demek ki, sonuç olarak’

peser : ‘oğul’

pessa : ‘ev yapımında kullanılan harç’

pessa : ‘fazla, çok’

peş : ‘beş’

peşkÒat-: ‘kura çekmek’

pettěÒaşı: ‘bulgurla yapılan bir tür çorba’

peykan: ‘araba markası’

pıçag : ‘bıçak’

pillikan: ‘merdiven’

pi : ‘kuyruk yağı’

pilli : ‘merdiven basamağı’

pis : ‘kötü, çirkin’

pis antin: ‘kötü bağlantı’

pişi, pişig: ‘kedi’

pişig cırmaği: ‘kedi tırnağı’

pitnik : ‘küçük tüp’

piyade : ‘yaya’

portla-: ‘dağılmak, bozulmak’

poşt : ‘nesil, kuşak’

poştu : ‘dokuma halıdan yapılmış büyük

yastık’

púl : ‘para’

pus : ‘cilt, deri’

put : ‘teneke’

púzül- : ‘bozulmak’

R

rahm éle-: ‘rahmet etmek’

raxsız : ‘giysisiz, çıplak’

raxt : ‘elbise’

rameddoğ : ‘rahmetlik’

380

rámz : ‘işaret’

rarenne: ‘sürücü’

ras : ‘düz’

reddÒol-: ‘görmezden gelmek’

refdar : ‘davranışlar’

refÒele-: ‘def etmek’

refto amed: ‘gidip gelme’

rengerez: ‘boyacı’

reyngerezhane: ‘boyahane’

resim : ‘geleneksel’

resmi numurte: ‘ev yumurtası’

reşd : ‘bölüm’

reşte : ‘erişte’

reyn : ‘renk’

reza ol-: ‘rıza olmak’

riz : ‘narin, küçük’

rūhu : ‘metal kap’

roğan : ‘yağ’

rou : ‘sıvı halde olan’

rouze : ‘Hz. Hüseyin için yapılan tören’

rouze oxu-: ‘mersiye okumak’

ruseri : ‘başörtüsü’

ruzıgar: ‘zaman, hayat’

ruzi : ‘rızk’

S

saba : ‘sabah’

saci : ‘çörek’

sade : ‘saf’

safÒelé-: ‘dengede tutmak’

sag : ‘sağ, iyi durumda olma’

sagÒol-: ‘iyileşmek’

saği : ‘saki’

saiial : ‘sakal’

sahab : ‘sahip’

sahi : ‘doğru’

sahibelzaman: ‘Hz. Mehdi, zamanın

sahibi’

saxd : ‘çetin, zor’

saxtÒeyle-: ‘bina yapmak’

sal : ‘yıl’

sal- : ‘atmak’

sal- : ‘kesmek’

salim : ‘sağlam, güvenilir’

saman sepen: ‘saman serpen’

samaver: ‘semaver’

san : ‘santimetre’

sanc- : ‘yılanın sokması’

sannel : ‘sandalye’

sarfÒele-: ‘kar etmek’

sarí : ‘-e doğru’

sarı küçe: ‘Bahar’da bulunan bir mahalle’

sarımsag: ‘sarımsak’

sari yağ: ‘tereyağı’

sarulug: ‘sarılık’

sabed : ‘sepet’

sebzi : ‘sebze’

sefe : ‘gramafon’

sefe furuş: ‘gramafon satıcısı’

séfide : ‘şafak’

sēg : ‘köpek’

seiia : ‘su dağıtan’

seher erte: ‘sabah erken’

sehi salın: ‘sağlıklı’

seKgiz : ‘sekiz’

sekke : ‘katkısız, güzel olan’

seku : ‘hamamda elbiselerin koyulduğu

yer’

sél : ‘sel’

sellelou: ‘Allahümme salli ala seyyidina

Muhammedin ve ala âl-i

Muhammed’

selvat : ‘salavat’

sendaraş: ‘taşçı, heykeltıraş’

sene : ‘sana’

seng : ‘taş’

sengek : ‘bir çeşit ekmek’

sennelı: ‘sandalye’

senober: ‘bir tür uzun ağaç’

sexloğ : ‘zorluk’

sexra : ‘çöl’

seraxor: ‘kötüleme’

seratan: ‘kanser’

serbigilleri: ‘önde gelenleri, saygı değer

kişileri’

serbileta: ‘sabretmek’

serd : ‘soğuk’

serd ol-: ‘soğumak, uzaklaşmak’

sergerdan: ‘avare’

serheyn: ‘askeri rütbe’

serışte: ‘becerikli’

seriyen: ‘hızlıca’

serkerde: ‘önder’

sermaxurdégi: ‘soğuk algınlığı’

serperesÒol-: ‘nezaret etmek, göz kulak

olmak’

381

serraf : ‘sarraf, kuyumcu’

seşembe: ‘salı’

setil : ‘ bir tür demir’

sevad : ‘eğitimli’

sevatdar: ‘eğitimli’

s´vün- : ‘sevinmek’

sevvom gécäsi: ‘Hz. Hüseyin’in ölümünün

üçüncü gecesi’

seyil : ‘sel’

seyru sefer: ‘gidiş geliş’

sıgır : ‘sığır’

sılıyman: ‘Süleyman’

sınnı sal: ‘aynı yaşta olma, yaşıt’

sır : ‘takım’

sib : ‘elma’

sift : ‘sert’

sifid : ‘beyaz’

sigar çek-: ‘sigara içmek’

sigil : ‘siğil’

smx : ‘şiş’

siman : ‘alçı’

sın : ‘yaş’

sin- : ‘kırmak, kesmek’

sincağ : ‘çatal iğne’

sine : ‘göğüs’

sini : ‘büyük tepsi’

sinze : ‘bayramın on üçüncü günü’

sir : ‘koyu’

sisal : ‘otuz yıl’

sisedi çar: ‘üç yüz dört’

siyahed: ‘seyahat’

sobok : ‘hafif’

sogan : ‘soğan’

sox- : ‘sokmak’

sonnet : ‘gelenek’

sonnetî : ‘geleneksel’

sonugırafi: ‘film’

sōra : ‘sonra’

soradennen: ‘daha sonra’

soragla-: ‘aramak’

sorFa : ‘sofra’

soug : ‘soğuk’

souğ vur-: ‘üşütmek, soğuk almak’

sout : ‘ses’

sov : ‘laf’

sovuş- : ‘geçmek’

sönne selam: ‘gözde çıkan arpacık’

sörmedan: ‘sürme kabı’

sövzan mövzan: ‘ahır mahır’

söyüz : ‘sebze’

súb : ‘sabah’

subh : ‘sabah’

subana: ‘kahvaltı’

sucug : ‘şiradan yapılan cevizli lokum’

súd : ‘süt’

súd lancini: ‘yoğurt yapmak için kullanılan

büyük kap’

súd nene:‘sütanne’

sulag : ‘delik’

sulax : ‘delik’

sulı : ‘sulu tarım’

sumug : ‘kemik’

summug seratan: ‘kemik kanseri’

surı : ‘sürü’

suvagdaş: ‘sıva yapan’

suvağ tut-: ‘sıvamak’

suval : ‘soru’

suwar-: ‘sulamak’

suvini pes vér-: ‘suyunu süzmek’

suzen : ‘iğne’

südügÒagacı: ‘söğüt ağacı’

sürmei : ‘lacivert’

süz : ‘söz’

süz vextıne çeker: ‘söz gelir vaktini bulur’

Ş

şadÒol-: ‘sevinmek mutlu olmak’

şagırd : ‘çırak’

şahaddog: ‘şahitlik’

şahı merdan: ‘mertlerin sultanı, Hz. Ali’

şaxmar: ‘yılanların şahı şahmeran’

şalÒagacı: ‘kavak ağacı’

şal bağlá-: ‘kuşak bağlamak’

şallatan: ‘kabadayı’

şam : ‘akşam yemeği’

şam : ‘Suriye’nin başkenti’

şamame: ‘güzel kokulu kavun’

şamı gariban gécäsi: ‘Hz. Hüseyin’in

öldüğü gece’

şare : ‘biçilmiş ekin’

şeer : ‘şehir’

şemme : ‘top’

şenme : ‘cumartesi’

şemşir : ‘hançer’

şen : ‘büyüklük, şan’

şepelağ: ‘tokatlama’

şer : ‘şehir’

şerikloğ: ‘ortaklık’

382

şert : ‘şart’

şest : ‘altmış’

şeytanperes: ‘şeytana tapan’

şıx : ‘şeyh’

şıll : ‘gevşek’

şieyan : ‘Şialar’

şilin : ‘büyük hortum’

şikár : ‘avcı’

şikeste : ‘kırılmış’

şimya : ‘kimyasal’

şināsnāme: ‘nüfus cüzdanı’

şir : ‘aslan’

şir dessesi: ‘aslan destesi, bir çeşit tören’

şire : ‘pekmez’

şirelug: ‘pekmez için kullanılan kuru

üzüm’

şirin : ‘tatlı’

şirine : ‘tatlı’

şirtaz éle-: ‘doğumun üzerinden bir yıl

geçmeden tekrar çocuk sahibi

olmak ’

şişire : ‘üzüm pekmezi’

şişper : ‘savaş aletlerinden bir tür ok’

şoxloğ : ‘şaka’

şoru ol-: ‘başlamak’

şouçere: ‘çerez’

şoum : ‘uğursuzluk’

şov nişinlug: ‘gece misafirliğe gitmek,

gece oturması’

şou şemmeloi: ‘gece misafirliğe gitmek,

gece oturması’

şukuliyat: ‘çikolata’

şulug : ‘gürültü, kalabalık’

şumal : ‘kuzey’

şungulgazı: ‘değeri düşük olan para’

şuru elé-: ‘başlamak’

şuxluğ: ‘şaka’

şuveran: ‘bir tür ot’

T

tabeg: ‘tabak’

tábag : ‘büyük tabak’

tábágeyi sı: ‘üçüncü tabaka’

tag : ‘tek’

tag go- : ‘tek başına yalnız başına

bırakmak’

tagÒilmeg: ‘tek ilmek’

taidir : ‘takdir’

tagial : ‘fişek’

tāhiye : ‘hazırlama’

tahtı nazar: ‘gözetim altında olmak’

tax- : ‘takmak’

taxd éylé-: ‘çocuğun bütün dişlerini

çıkartması’

taxtá : ‘tahta’

takkalar: ‘çocukların patlattığı fişek’

teiribi: ‘aşağı yukarı’

talar : ‘düğün salonu’

támalÒol-: ‘bozulmak’

tap- : ‘bulmak’

tapmaca: ‘bilmece, bulmaca’

taşpur-: ‘Allah’a emanet etmek, tapşırmak’

tarazu : ‘terazi’

tarix : ‘tarih’

tasa oturt-: ‘meydana oturtmak’

tåvug : ‘tavuk’

tāye : ‘süt anne’

tāyi : ‘benzeri’

tazze : ‘taze’

tebÒele-: ‘ateşi çıkartmak’

tedareg: ‘hazırlık’

tefr : ‘gezme, dolanma’

tefrih : ‘eğlence’

tehiii élé-: ‘araştırmak’

tege : ‘erkek keçi’

tegeg : ‘tefek’

teğelle vur-: ‘çabalamak’

tej : ‘üzüm posasının kurutulmuş hali’

teken yiyemme-: ‘kıpırdayamamak’

tekin : ‘gibi’

tele : ‘tuzak’

tele sahab: ‘tuzağın sahibi’

telesmen: ‘acele etme’

telfizun: ‘televizyon’

telxıne : ‘yemek’

telle- : ‘buharlaşmak’

telvizyon: ‘televizon’

temam : ‘tamam’

temam merdum: ‘bütün insanlar’

temaşa: ‘izlemek’

temenna: ‘istek, dilek’

temis éle-: ‘temizlemek’

tene : ‘kötü laf’

teng : ‘kötü niyetli’

tennur : ‘tandır’

383

terag : ‘halı dokumada kullanılan bir

araç’

tarázu : ‘terazi’

terbiyet gaza: ‘güçlü yemek’

teref : ‘taraf, yan’

tereg : ‘tarak’

terifÒeylé-: ‘tarif etmek’

tesbe : ‘tesbih’

teşbih : ‘benzetme’

teşrifat: ‘karmaşık kurallar’

teşt : ‘büyük leğen’

tevekkül: ‘bir işin sonunu Allah’tan

bekleme’

teyÒeylé-: ‘kural koymak’

teyidÒol-: ‘onaylanmak’

tez tez içeri ver- : ‘hızlı hızlı atıştırmak’

teziye : ‘aşurenin olaylarını anlatan

tiyatro’

tıla mıla: ‘altın maltın’

tigire dolu: ‘karla karışık yağmur’

tik- : ‘dikmek’

tike : ‘parça’

tike parça: ‘parça parça’

til : ‘eskiden evlerin çatılarını yapmak

için kullanılan uzun odun’

tir : ‘mızrak’

tir : ‘kuru ağaç’

tirahen: ‘ev inşa ederken kullanılan büyük

demir’

tiryah : ‘afyon’

tişk : ‘derinden gelen sızı, ağrı’

toxluğ : ‘tokluk’

toxmag: ‘buğday döğmek için kullanılan

araç’

toxum : ‘tohum’

toxun- : ‘dokunmak’

tolug : ‘tulum’

top ol- : ‘top gibi yuvarlak olmak’

tor : ‘ağ’

torpag : ‘toprak’

torş : ‘turşu’

tovli : ‘hızlı’

toy : ‘düğün’

tozi ver-: ‘açıklama yapmak’

töer : ‘balta’

tök- : ‘dökmek’

tökönağ: ‘dağınık, bakımsız’

töküm : ‘düzenleme’

têrkiye: ‘Türkiye’

törkî : ‘Türkçe’

tövce : ‘ağaçtan yapılan kap’

tövle çıx-: ‘ahır temizlemek’

tövli : ‘ahır’

tufag : ‘aile, ocak’

tukli : ‘tilki’

tuklice: ‘tilkice otu’

tungule gor gor: ‘havai fişek’

tupbazı unna-: ‘top oynamak’

tur çek-: ‘ince örtü örtmek’

turş : ‘turşu’

turş garpuz: ‘karpuz turşusu’

turşi şire: ‘pekmezle turşunun

karıştırılmasıyla elde edilen bir tür

tatlı’

turunc : ‘turuncu’

tutÒagacı: ‘dut ağacı’

tu tu : ‘tavuğu çağırmak için kullanılan

sesler topluluğu’

tutünle-: ‘tütsülemek’

tükli : ‘tilki’

tük ökörö: ‘tüyü dökülmek’

tükü : ‘saç’

tümen : ‘İran’da kullanılan bir para birimi’

U

uce : ‘yüce’

uç : ‘üç’

ude : ‘bağırsak’

udumlu: ‘kötülük ve büyülere karşı

korunmuş olan’

uğur : ‘uğur, şans’

u ied : ‘ o kadar’

ulag : ‘eşek’

ulduz : ‘yıldız’

ummac: ‘bir tür tahıl’

un : ‘on,10’

une- : ‘oynamak’

urdubehişdo: ‘nisan’

urtalug: ‘ortalık’

uruze tut-: ‘oruç tutmak’

uryan : ‘çıplak’

ustad : ‘üstad, usta, hoca’

ussug : ‘yüzük’

uşag : ‘çocuk’

uşag dog-:‘çocuk doğurmak’

uş kilé yārım: ‘üç buçuk kilo’

384

uvala-: ‘ufalamak’

uvul : ‘hayvanların bulunduğu yer’

uyna- : ‘oynamak’

uzayan gülab: ‘yüzün çiçekten yapılan

parfüm gibi koksun’

uzmi- : ‘el çekmemek, vazgeçmemek’

uzum : ‘üzüm’

uzun xaci: ‘orta parmak’

uz io- : ‘yüz koymak’

uz tax- : ‘maske takmak’

Ú

ússınne: ‘üstünde’

úz : ‘yüz’

Ü

ül- : ‘ölmek’

ülüt : ‘ölmüş’

ümür : ‘ömür’

ürdeg : ‘ördek’

üreg : ‘yürek’

üreg kéç-: ‘çok acıkmak, açlıktan içi

bayılmak’

ürekleri tutul-: ‘canları sıkılmak’

üreyÒağrugu: ‘yürek ağrısı’

üzerlig: ‘nazara karşı kullanılan bir bitki’

üzerlig yandır-: ‘nazara karşı üzerlik

otunun yakılması’

V

vaiıen : ‘gerçekten’

vareken: ‘varken, hayattayken’

vasıka : ‘belge’

veginen: ‘ver, ikinci kişiye emir’

veli : ‘ama, lakin’

ves : ‘bağ’

vesail : ‘malzemeler’

veset : ‘vasat’

vesiyet : ‘vasiyet’

verdeni: ‘merdane’

verege : ‘bir tür ot’

vex : ‘vakit, zaman’

vext : ‘vakit, zaman’

vez : ‘durum’

vez hamucura: ‘her şekilde’

vezne : ‘ağır taş’

vosed : ‘çok geniş’

Y

yadÒol-: ‘yabancı olmak’

yada sal-: ‘hatırlatmak’

yag : ‘yağ’

yağ kuzesi: ‘yağ fıçısı’

yax- : ‘yakmak’

yaxun : ‘yakın’

yakçı : ‘iyi, güzel’

yalruz: ‘yalnız’

yaman : ‘kötü’

yan duş-: ‘ters düşmek’

yapışgan: ‘yapışkan’

yapma : ‘tezek’

yarı gäce: ‘gece yarısı’

yarmá : ‘buğday’

yaşaceg: ‘yaşa kadar’

yaşıl : ‘yeşil’

yay : ‘yaz’

yazí : ‘dışarı’

yexnı : ‘et yemeği’

yekşenbe: ‘pazar günü’

yér : ‘yer’

yér álma: ‘patates’

yér béyr ol-: ‘aile içerisindeki tüm

bireylerin evlendikten sonra aynı

evde yaşamaya devam etmesi’

yér içi : ‘yatak’

yér tüssi: ‘yer tutsun, yer alsın’

yekem : ‘biraz’

yekkeloğ: ‘büyüklük’

yekke mekke: ‘büyük müyük’

yél : ‘yel’

yélmi : ‘bir tür ot’

yélve : ‘bir tür bitki’

yengi : ‘yeni’

yengi il: ‘yeni yıl’

yér : ‘yer’

yérÒússu: ‘yatak’

yeşim : ‘yeşile benzer bir renk’

yeTdi : ‘yedi’

yeTdi göz: ‘nazar boncuğu’

yetég ol-: ‘korumak, iyi bakmak’

yey : ‘bir’

yıgıl- : ‘bir araya gelmek, toplanmak’

yıgışıl- : ‘ortadan kaldırılmak, taşınmak’

yíg- : ‘toplamak’

385

yıgrış : ‘yürüyüş’

yimag : ‘yemek’

yitir- : ‘ortadan kaldırmak’

yoldaş : ‘arkadaş, dost’

yol gözle-: ‘beklemek’

yoluh- : ‘bir kimsenin durumunu

öğrenmek için yanına gitmek’

yonca : ‘yonca’

yosgul : ‘yoksul’

yox : ‘yok’

yoxla- : ‘uyumak’

yoxu : ‘uyku’

yuğ- : ‘yıkamak’

yuxarı : ‘yukarı’

yuxu : ‘uyku’

yúk : ‘yük’

yún : ‘yün’ :

yüngül : ‘hafif’

Z

zad : ‘şey’

zaferden çıx-: ‘lohusanın kırk günlük

hassas dönemden çıkması’

zai : ‘nazara karşı kullanılan bir bitki’

zahır : ‘dost gibi görünüp düşman olan’

zamane dolanıd: ‘zaman değişmiş’

zebt élé-: ‘kaydetmek’

zeisban: ‘lohusa kadın’

zengüle: ‘zil’

zeng vur-: ‘aramak’

zer : ‘Arapçada bulunan bir sayı

sistemi’

zerbulmesel: ‘atasözü’

zıtı zıl : ‘çok çalışkan ve zeki’

zibil : ‘çöp’

zinne : ‘zinde, diri’

zinnegi: ‘yaşam’

ziynet : ‘süs’

zorrad: ‘mısır’

zouiÒele-: ‘mutlu olmak, sevinmek’

zuhur étgínen: ‘ortaya çık’

zülal : ‘berrak’

Kullanılan Transkripsiyon İşaretleri:

ā : uzun a

ē : uzun e

ī : uzun ı

m : uzun i

ū : uzun u

ǖ : uzun ü

ō : uzun o

ă : Kaybolmak üzere olan a

ě : Kaybolmak üzere olan e

ĭ : Kaybolmak üzere olan ı

å : Kaybolmak üzere olan i

ǚ : Kaybolmak üzere olan ü

é : Kapalı e

ä : Açık e

á : a- e arası ses

å : a-o arası ses

è : a-ı arası ses

´ : e-ö arası ses

í : ı-i arası ses

ì : ı-u arası ses

é : o-u arası ses

ê : ö-ü arası ses

ú : u-ü arası ses

ć : Normalden daha önde telâffuz edilen ve hafifçe sızıcı olan c

© : Normalden daha önde telâffuz edilen ve hafifçe sızıcı olan ç

Ç : ç-c arası ses

F : f-v arası ses

21

i : Arka damak g’si

k : Nefesli h

x : Sızıcı h

o : Arka damak k’si

K : k-g arası ses

yn : Geniz ünsüzü

P : p-b arası ses

¸ : Kaybolmak üzere olan r

S : s-z arası ses

T : t-d arası ses

w : çift-dudak v’si

0 Comments:

Post a Comment

<< Home